Kendi Kararlarını Verebilmek

kendi kararlarını verebilmek
kendi kararlarını verebilmek

Bireylerin sahip olduğu duygu ve düşünceleri kendi içlerinde kontrol edebilmesi, olumlu amaçlar ve araçlar olarak içerisinde yönlendirmesidir. Bireylerin Bu beceri ile duygularının esiri olmaktan kurtulup Kendini yönlendirebiliyor olmasıdır.. Örneğin; bir olay ve olgu karşısında kişiyi çok kızdıran ve kendi kendini sakinleştiren, yanlış bir karar vermekten veya yanlış bir davranışta bulunmaktan kaçınmaktır.
Bunun için bireyin öz bilinç dediğimiz; kişinin güçlü ve gelişmeye açık yönlerini bilmesi ve Kişinin sahip olduklarının farkına varmasıdır. Kişinin düşünce ve davranışlarına rehber olacak nitelikte olması duygularını yönetiyor olması da demektir.
Duygularını yönetemeyen kişiler; onlara kapılıp giden ve bu durumdan kendilerini kurtaramayan, adeta duyguların etkisi altında yaşayan kişilerdir. Örneğin; öfkelenince bağırıp çağıran, agresif davranışlar sergileyen kişiler buna en iyi örnektir.
Bazı kişiler ise; hislerinin farkında olsalar da; bu durumlarını kabul eder ve durumlarını değiştirmeyi denek istemezler bile… Örneğin; onları üzen bir duruma tepki vermezler ve içlerine atarlar. Daha sonra hayattan vazgeçme, ruhsal anlamda çökme durumuna gelir bu anlamda tepki verir.

Duygularını denetleyebilen kişileri benzetmek gerekirse hırçın deniz misali kendini frenleyip duygularını baskılayanlarla karıştırılmamalıdır. Kendini yönetmesini bilmek bu anlamda izlenecek yol; rahatsız edici duygu ve dürtülerine hakim olmak, hatta ve hatta onları yararlı bir biçimde yönetmekten geçer. Ve üzücü bir olaylara üzülmek, kızdırıcı bir olaya kızmak doğaldır, ancak Antik Yunan filozof. Platon ile Batı düşüncesinin en önemli iki filozofundan biri sayılan “Aristo” nun dediği gibi “Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru şekilde kızmak, işte bu kolay değildir.”
Ayrıca üzüntü ve kızgınlığa kapılmanın çoğu zaman ne özel hayatta ne iş faydasında yoktur. Kişinin sorunlar karşısında yeterli düzeyde kendini kontrol edebilen özgüven ve esneklik mekanizmasını gösterebilmesi de özyönetim tanımının içinde yer alıyor olması Kişinin yüksek stres altında ya da bir kriz döneminde sakin kalması ve açık bir zihinle düşünebilmesi bir özyönetim göstergelerinden biridir..
Örneğin; karmaşık bir durum karşısında bir ayrıntıya takılmayıp resmin bü¬tününü görmek ve böylece en iyi hareket şeklini tahmin edebilmek de bir duygusal zeka göstergesidir.
Unutmayın;
Ebeveynler olarak duygularımıza hakim olmamız çok önemli bir faktördür. Ergenlik çağı içerisinde değişken ruh halleriyle uyumsuz bir dönem olduğu için; çocuklara esneklik göstermek daha çok bize düşmektedir.
Ayrıca günümüz gençleri aşırı özgürlük beklentisinde ve manasız isteklerde ısrarcı olabilmekte ve bu konuda ne öfkeye kapılmalı, ne de otomobil kullanır gibi kontrolümüzü yitirmeliyiz. Sağlıklı bir şekilde düşünüp gerektiği yerde uzmana danışıp, görüşerek belirlediğimiz kuralları uygulamakta kararlı olmalıyız.
“Bu gibi durumların neden böyle olması gerektiğini” serinkanlılıkla anlatmaktan vazgeçmemeli ve duygularını yönetebilen kişiler için hayatlarının sorumluluğunu yüklenebilirler konumda olmak Ortaya çıkan sonuçlarla ilgili olarak başkalarını suçlama yerine kendini sorgulayabilir olmak “bu kız hep senin yüzünden böyle oldu” diye eşine çatmaz; kendi üzerine düşen görevi yapıp yapmadığını sorgular.
Ve Bu sorunlar karşısında orda olan sorunları amaç araç ilişkisi içinde duygusal yönetim sağlayan tutarlı kararlarını uygular verdiği sözleri tutar ve verilen vaatlere uyar. Böylece güven uyandırdığından kişiler tarafından saygı görür konuma gelir. Ve bu arada esnek ve yeni durumlara açık olmasından dolayı Kişinin yeni bilgi paylaşımı ve yaklaşımı ve fikirlere karşı ön yargılı olmadan incelemesi anlamaya çalışması önemlidir…
Yukarıda belirttiğim konular için gerekli olan faktörler;
İnsanın kendini bir şeyler için teşvik edebilmesi ve daima başarma isteği içinde hep bir heyecana sahip olması demektir “Motivasyon” ve bu bağlamda bu yetenekler özellikle zorlukların çıkmasında veya işlerin istenilenin dışında gelişmesi durumlarında çok faydalı olur. Kendini motive edebilen insan genellikle zorluklar karşısında yılmadan kendinden emmin devam etme gücünü bulan metanetli insan profilidir. Bu özelliklerin belirtileri ister istemez karşı tarafa ifade edilir ve Bu faktör yaşamın her alanında geçerliliği olan ancak meslek grubu olarak hukuk grubundaki kişiler için önemli bir faktördür.
Mesela; Çocukların hayatlarının en önemli ve zorlu döneminden geçtiğini göz önünde bulundurarak onları iyiye güzele teşvik etmek ve bunun için ise; öncelikle bizler inançlar iyimser ve kendi hayatımızdan memnun olmalıyız.

Örneğin; meslek olarak bekçiliği istiyor ise Diyarbakır Bekçi Kursu’na güvenli bir şekilde gidebilmeli ve sizlerde çocuğunuzu desteklemelisiniz.

Yada;

Örneğin; Kendi dış görünüşünden memnun Olmayan ve bu fizikle beğenilmeyeceğini, mutlu bir yuva kuramayacağını düşünmeye eğilimli kişi olarak Çevresindeki kişilerde onun kötümser düşüncelerini desteklerse şayet umutları büsbütün kaybolacak ve her türlü tehlikeye açık hale gelecektir.
Oysa bireyler dış görünüşün her şey olmadığını; hem hayata gülümseyen herkesin bir güzelliğe sahip olduğunu anlatabilir ve onu buna inandırabilmek için öncelikle kişinin buna inanması gerekir.
.Motivasyon, hem kendini hem başkalarını iyimser olmaya, yaşam sevinci duymaya çalışan ve çabalamaya yönlendirebilme gücüdür.
Motivasyon bir çeşit yaşam sevinci ve başarı odaklılık demektir. Bu nedenle duygusal zekası yüksek olan kişiler iyimser ve umutludurlar Yani; Pozitif yönleri görür, Kendini geliştirmeye bakar. Negatif yönlerden dolayı hissettiği kaygıyı çabaya dönüştürür ve Fırsatları değerlendirir.
Motivasyonu yüksek olan kişiler Sonuç odaklı olup başaracağına inan kendi amaç ve standartlarına ulaşmada yüksek derecede kendini güdüleyen bireylerdir..
Bazı kişiler için buna aptalca cesaret demek derler ama değildir. Hesaplanmış risk denilebilir. Kendini geliştirmek için amaçlar belirler, bu arada şartları ve imkânları hafifçe zorlamaktan kesinlikle kaçmaz…
Motivasuondan sonra ise; Empati gelir
Empati Duygusal zekanın iki yönü olduğuna inanır. ve bu iki yön; biri kendi duygularına bakar, diğeri ise sosyal alana.
Çünkü; hayatta iki hedefimiz vardır ve bu hedefler olmalıdır insanı insan yapan beklentiler ve mücadele ruhudur.
Zekanın Yönleri;
Birincisi; kendi hedeflerimizi gerçekleştirerek başarılı olmak.
İkincisi, bu başarıyı paylaşıp mutlu olacağımız ilişkilere sahip olmaktır.
Eğer kendi hedeflerini gerçekleştirmeye odaklanırken başkalarını önemsemen başarılı olmanın tadını çıkaramayan dahası, hayatta her zaman arzu ettiğimiz hedeflere ulaşamayabilir ve bu durumda tesellimiz çoğu zaman sahip olduğumuz ailemiz, dostlarımızdır.
Ayrıca hedeflediğimiz şeylere ulaşsak bile; çok istememize rağmen onlara ulaştığımızda o kadar da tatmin edici gelmez. Çünkü; İnsana asıl mutluluk hissettiren şey sevgidir.
Sevgi duygusu, zor elde edilip kolay kaybedilebilen hassas bir duygudur. Örneğin birçok zaman Çocukların Ebeveynleri tarafından sevilmediğini düşünür ve ama onların bu sevgiyi anlamadığını düşünür, sıkıntı duyarız.
Bunun nedeni, sevgi anlayışımızın ben merkezci bir sevgi olmasıdır. Mesela onları seviyoruz diye, çok başarılı olmalarını, hayatta pişman olacakları hiç bir şey yapmamalarını isteriz… Oysa onlar da kendi hayatlarını yaşamak, kararlarını vermek istiyorlar Belki bazı hatalar yapıp, kendi derslerini almak istiyorlar. Bizim onları kontrol ediş nedenimizi güvensizlik olarak algılıyor olmalarıdır.
Bu noktada anlayışsızlık yüzünden bozulan bir ilişki görülmeye başlanır.. Bu sıkıntının kaynağı, empati dediğimiz; kendini karşındakinin yerine koyma, halden anlama yeteneği eksikliğinin belirtileri de olabilir….
Empati, kişinin başka insanların duygularını, ihtiyaçlarını, kaygılarını anlayabilmesi, kendini onların yerine koyabilmesi demektir. Söz konusu olan onlar gibi düşünebilip, davranabilmek, onları oldukları gibi kabullenebilmek ve hal ve hareketlerine saygı göstermektir.
Ergen çocukların ebeveynleri için empati çok büyük önem taşımakla birlikte. Eğer çocuğunuzun çevre şartlarını, içinde bulunduğu gerilimi, geçirdiği değişimi anlamaz; sadece kendi beklentilerimizi seslendirir durur ve o da anlaşılmadığını düşünerek uzaklaşmaya başlar. Maalesef ki çoğu zaman ergenlerle ebeveyni arasındaki ilişki maskeli, mesafeli bir ilişki olmaktadır.
Genç sorunlardan kaçınmak, eleştirilerle karşılaşmamak için, ailesine karşı bir sahte yüz takınmakta klasik aile ilişki içinde olmaktan kaçıp kendisini anlayacak kişileri arkadaş çevresinde aramaktadır.
Empati kurmayı başarmak için, çocuğumuzun rolüne girmeli, onun yerine geçerek adeta olaylara onun gözlüklerinin gerisinden bakmak gerekir. Bir Atasözü “Bir insanı anlamak istiyorsan, gökte üç ay eskiyene kadar onun ayakkabılarıyla dolaşmalısın” der.
Ancak karşımızdaki kişinin rolüne girip halini anladıktan sonra; bu rolden çıkarak kendi yerimize geçebilmeliyiz. Aksi halde empati kurmuş sayılmayız. Çünkü; biz de gençler gibi düşünelim hallerini anlayalım derken, anne babalık görevimizi yapmayalım demiyoruz.
Empatide amaç ve araçlar karşısında kenara çekilmeyip karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamaktır. Sonra bu anlayışımızı onunla etkin iletişim için değerlendirmektir.
Empatide en önemli kural; karşımızdaki kişiyi anladığımızı belirtmektir. Eğer karşımızdaki kişinin duygularını anladığımızı ona ifade edemezsek empati kurma sürecini tamamlamış olmayız.
Araştırmacılar, insanların zihinlerinde kurdukları empatiyle, karşılarındaki kişiye ilettikleri empati arasında farklılık bulunduğunu belirtmektedirler. Özellikle çocuklar ebeveynlerini anlasalar bile bu durumu iletmekte başarılı olmayabilirler. Bazen bu hatayı biz de yapmış oluruz.
Örneğin; çocuğumuz arkadaşının davranışına kırılmış, üzülmektedir. Kendimizi onun yerine koyup neler yaşamakta olduğunu anlarız. Onun duygularını içimizde hissederiz. Ama sıra, bu durumu ona ifade etmeye geldiğinde ise, hiç bir şey yokmuş gibi gülümseyerek “büyütüyorsun; takma kafanı” diyebiliriz.
Eğer böyle yaparsak, yüzümüzdeki ifadeyle ve söylediğimiz sözle içimizdeki duygular arasında çelişki var demektir. Durum böyle olunca da kendi içimizde yaptığımız empatiyi ona iletemediğimiz için amacımıza ulaşamayız.
Oysa ona yakınlaşıp sarılarak, teselli edebiliriz. O zaman üzüntüsü başından aşağı soğuk su ile yıkama yapılmış hafiflemiş gibi hisseder.